29 Mart 2015 Pazar

Whiplash!!!

                Müzisyenlik nedir? Nasıl müzisyen olunur?
                Uzun zamandır bu konuyla ilgili bir yazı yazmayı düşünürken karşıma çıkan bir film geç bile kaldığımı anlamama yetti. Şu an bulunduğum ilçede sürekli bir şekilde özel ders almak istediğini, enstrüman çalmak istediğini söyleyen onlarca insan görüyorum. Fakat ne hikmetse ceplerinden üç kuruşluk paranın çıkmasını asla istemiyorlar. Nedeni ise bir saatlik dersin onlara ne olursa olsun çok pahalı gelmesi. İnsanlar sanırım müzikle uğraşan insanların hep ikinci bir mesleği olduğuna ve hiçbir zaman paraya ihtiyacı olmadığına inanıyor. Hatta insanlar müzisyenliğin hep ikinci meslek olabileceğine inanıyor. Onların gördüğü bir  saatlik dersin yıllarca öğrendikten, çeşitli eğitimlerden geçtikten sonra başkalarına yıllarınızı anlatmanız olduğunu bir türlü anlamak istemiyorlar. Çocuklarının matematik, İngilizce gibi biraz ilgilenerek, biraz konulara göz gezdirerek ilerletebilecekleri dersleri 40 dakika alması için yığınla para vermekten asla çekinmeyen insanlar, iş müzik dersine gelince cebinden para çıkmasını istemiyor. Düşünmedikleri kısım ise, müzisyenlerin o iş için  zaman, para ve emek harcıyor olması. Yaptıkları saygısızlığın asla farkına varamayacaklarını bilmek ise ayrıca bir üzüntü meselesi.
                Müzikle ilgilenmeyen ve birçok dinleyici kitlesi için de geçerli olan kanı şu şekildedir: Gökten zembille inen bir yetenekle insanlar hemencecik müzisyenliği öğrenir ve eğer yetenek varsa herhangi bir enstrümanı çalmak bir insanın en fazla birkaç dakikasını alır. Sonuçta müzisyen dediğin bir “Çalgıcı” parçasıdır. İnsanı eğlendirir, neşelendirir, hüzünlendirir ve bu o kadar basittir ki sadece 5 dakikalık bir şarkıyla bunu hallederler. Hayır o değil, bir de utanmadan dünyanın parasını isterler!!! Sonuçta o çalgıcı sahneye çıkar ve gökten zembille inen yeteneğini birkaç dakikada size sunar. Bunun kesinlikle abartılacak bir yanı yoktur. 
                Seyircinin gördüğü kısma bakarsanız bu geçerli gibi görünebilir fakat bu filmi izleyen insanlar sanırım bu konudaki genel kanıyı değiştirecektir. Garip gelebilir belki ama işin içine nasıl kan bulaşıyor, o izlenen ve dinlenen 5 dakika için insanlar ne kadar büyük emekler sarf ediyor? En azından bunu 107 dakikada anlatmaya çalışan bir film olmuş.

                Ülkemizde saygı duyulmayan bir meslek olmanın yanı sıra çok büyük maddi sıkıntılar yaşayan müzisyenlerin sizi 3-5 dakika farklı bir duygu yaşamanız için yaptığı minik gösterilerin aslında ne kadar büyük emeklerle oluştuğu düşüncesi filmin süresini bir ömür uzatmaya yetecektir.

16 Şubat 2013 Cumartesi

Ayıp 16.02.2013

Ayıp, herkesin kendi bakış açısı ile alakalı bir kavramdır. Yani, tanımadığınız bir kimseyi bir hareketinden dolayı ayıplamak düşüncesizliktir. Eğer bir kimseyi ayıplamayı düşünüyorsanız -ki bu da kimsenin haddine düşmüş bir şey değildir- önce karşınızdaki kişinin ayıp kavramını öğrenmeniz gerekmektedir .

Eğer bir insanı ayıplamayı düşünüyorsanız, yüzüne karşı gidip ayıbını anlatmanız gerekmektedir. Ardından hem bu konuda onun düşüncesini öğrenmeniz hem de sizin düşüncenizi anlatmanız gerekir. Buna cesaretiniz yoksa zaten kendi hatanızı düşünüp, susup oturmuşsunuz demektir. Karşınızdaki insanın yüzüne söyleyemediğiniz ve ayıp olarak nitelendirdiğiniz hareketlerini başkalarına anlatmak, arkasından veya uzağından bağırarak anlatmak gibi eylemler, sizin ayıp kavramınızın oturmadığı anlamına gelir.

Medeniyet dediğimiz şey, bu sanatı beraberce yaşatabilmekten geçer. Medeniyet apartman dairelerinde oturup kimsenin yüz yüze bakmadığı, birbirine selam vermediği, oturup iki laf etmekten kaçtığı bir ilişki durumu değildir. İnsanları tanıma, selam verme, iyisi ve kötüsüyle kabul etme kapasitesi medeniyettir. Bu bağlamda dünyanın medeniyet çerçevesi altanıdaki komşuluk kavramı, asosyal değil sosyal insanlar yaratmak ve bunları medeniyet içinde mutlu bir şekilde yaşatmaktan geçer.

Bu kavramı halka öğretmek, içinde bulunduğumuz sistemde devletin görevi. Fakat bütün devletler bunu tamamen unutmuş veya kafasından silmiş durumda. Toplumlar ve devletler tamamen maddiyata yönelik kavramlar yaratma peşine düşmüş. İnsanların özgür yaşam alanı altındaki yerler küçük parçalara bölünmüş ve bu parçaların sadece 80 metre karesine hayatlar hapsedilmiş. Üzerine, iletişimi koparmak maksadı ile farklı fikir duvarları örülmüş ve insanlar birbirine bakmak ve konuşmaktan aciz bir duruma getirilmiştir.

Devlet adı altında paranın sahibi olduğunu iddia eden kurumlar, devletin halka ait olduğunu söylemelerine rağmen, sahibi oldukları parayı insanlara güçlü zorluklarla verip, ardından vergi adı altında bütün paralarını geri alarak insanlara dünya adı altındaki gezegende hapis hayatı yaşatıyor. Her ülke, vatandaşlarının özgür olduğunu savunuyor, fakat bütün özgürlüklerini kısıtlıyor.

İnsanlar bu devletlerin yönetimi altında yaşayarak kendilerine nasıl bir deney yapıldığının farkında değil. Kendisine para üretme yetkisi veren birkaç insan, dünyadaki diğer insanlarının hayatını kontrol altında tutarak çok büyük bir hapishane deneyi yapıyor.

İçinde bulunduğumuz bu sistemde, bütün insanlığımızı kaybetmiş halimizle etrafa saldırıyoruz. Aslında en önemli zararı kendimize verdiğimizi farketmiyoruz. Kendimize verilmesini istediğimiz değeri karşımızdaki insana veremediğimiz sürece, medeniyet adı altında farklı görgü kuralları ile ayıplar üretiyor ve birbirimize saldırıyoruz.

Birbirimizle iletişim kurmadan önce kendi küçük düşüncelerimiz çerçevesinde hareket etmemeyi öğrenmeli ve biraz olsun aynaya bakmalıyız. Kendimizle konuşmalıyız. Karşımızdaki insanın kavram dünyasında ne gibi düşünceler var bilmiyorsak, susup oturmalı ya da kibarca gidip yüz yüze konuşmalıyız.

28 Ocak 2013 Pazartesi

28.01.2013


Ertuğrul Sağlam ve Şenol Güneş istifa etmiş. Bursaspor’un kendileri için efsane olmuş bir teknik adamı desteklememesi çok acı. Trabzonspor zaten ayrı bir olay. Sen yönetim olarak Futbolcularına sahip çıkama. Ardından teknik direktörünün istediği transferleri yapma ve istifasını kabul et. Bu nasıl bir saçmalıktır? Türk milli takımının en büyük başarısında teknik direktör olarak görev yapmış ve Trabzonspor için son yılların en iyi teknik direktörü olmuş bir adamdan vazgeçmek bu kadar kolay mı?
Dün akşam staddaydım. Maç esnasında Melo’nun tükürüp tükürmediğini göremedim. Ama zaten Melo bitmiş bir pozisyonun ardından giderken geri dönüp neden bu şekilde atarlandı anlamış değilim. Bende zaten kredisi kalmamış bir futbolcuydu. Sezon sonuna kadar bile kalmasına gerek yok artık. Böyle önemli bir maçta erken bir değişikliğe gidilmişken bu ne sorumsuzluktur? Fatih Terim'e yaptığı saygısızlıktan bahsetmiyorum bile. Bence szöleşmesi şimdiden feshedilmeli. Fakat diğer bir açıdan bakarsak Galatasaray Spro Klübü kesinlikle bu karta itiraz etmeli. Televizyon yayınlarında hiçbir maddenin Beşiktaşlı futbolcuya gitmediğini gördüm. Yakın zamanda hakem raporuna rağmen görüntülere bakılıp “tükürük değil ağızdan sıvı çıkmış” raporu verilen olaya bakılarak burada da Melo öpücük atmış sıvı görülmemekte raporu alınmalı. Hatta Beşiktaş oyuncusuna, tükürdü gibi tepki verdiği için "centilmenlik dışı hareket etti" diyerek olay farklı bir boyuta bile taşınabilir.

***

Ülkemizde yıllarca baskı üzerine bir düşünme gelşitirilmiştir. Yani düşünme değil ezbere bir yargıda bulunma. Aslında biz de bunlara birer örneğiz. Özgür düşüncenin ne demek olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bazı şanslı insanlar bu durumu kitap okuyarak, film izleyerek, tiyatroya giderek ve bunun gibi sanatsal etkinliklerde bulunarak değiştirmiştir. Fakat bu kesimin ülkemizde çok az olması resmen başımızda büyük bir beladır. İnsanımız ne araştırma konusunda bir bilgiye sahip ne de bir konuda görüş bildirebilme yetisine. Birçok insanın çok genel ve basit konularda bile bir fikri yokken biz bu insanların birey olmasını, iş sahibi olmasını, yönetici olmasını ve hatta siyasetçi bile olmasını bekliyoruz. Ne zaman donanımlı ve bu donanımı sayesinde kendi fikirleri olan bireyler yetiştirirsek o zaman uygar bir ülke olma yolunda bir adım atmış oluruz demektir. Fakat bu medya ve siyaset ortamında gençlerin bu şekilde gelişmesi çok zor. Kendine aydın diyen insanlar bile o kadar içlerine kapanmışlar ki bulundukları yerden çemberin dışını göremiyorlar. Aslında ülkenin kendilerine ne kadar ihtiyacı var göremiyorlar. Onlar bunu göremediği için kendini aydın! olarak sıfatlandıran insanlar baş gösteriyor ve koyun olan insanlarımızı birer çoban olarak yönetmeye devam ediyor. Asosyal ve apolitik halk durumu nasıl kurtaracağından habersiz. İnsanın apolitik olması kadar saçma bir durum olabilir mi? Sen nasıl bir insansın ki yaşadığın ülke ve dünya hakkında bir görüş sahibi değilsin? Seni yöneten insanların nasıl kölesi olmayı kabullenebiliyorsun? Seni yöneten insanlar saçma sebeplerle senin sanat eserlerinin sana ulaşmasına engel olurken sen nasıl oluyorda susuyorsun ve bu konuda bir görüş sahibi olamıyorsun? Bir eserin iyi yada kötü olduğu kimseyi ilgilendirmez. İçinde dünyayı kaosa sürükleyecek bilgiler bile olsa bir kitabı yasaklamak diktatötlüktür. İnsanlar iyiyi ve kötüyü kendileri ayırt edebilen varlıklardır. Eğer bunu ayırt edemeyecek bir toplum yaratılıyorsa bu devletlerin ve hükümetlerin suçudur. Kitlesel olarak yanlış eğitim verip bir ayrımcılık yaptığının en büyük kanıtıdır. Anneler ve babalara önerim biraz olsun çocuklarını seviyorlarsa çocuklarına özgür düşüncenin ne demek olduğunu öğretmeleridir.

24 Ocak 2013 Perşembe

24.01.2013



20 yıl önce bir gazeteci hiç haketmediği bir şekilde öldürüldü. Şimdi ise kendisi için anma töreni düzenleniyor. Anma töreninde ise ne kendisinin fotoğrafını görebilirsiniz ne de ismini. Genel olarak siyasi örgütlenmelerin bayrakları ve saçma sapan propagandaları. Kimi neyi anmaya geldiniz siz? “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağıran, nasıl olduğunu anlamadığım şekilde bunu Uğur Mumcu’yu anma çerçevesi içinde gerçekleştiren siyasi topluluklar. Bu nasıl bir şuursuzluktur? Sizin bu insana hiç mi saygınız yok? Aydınlanmış çevre olarak kendini tanıtan bu insanların ne kadar aydınlandığını düşünmek sanırım çok gereksiz. Hala ülkemiz her konuda siyasi bir holiganizm içinde. İnsan, halk, özgürlük… Bunların hepsi önemsiz. Önemli olan siyasi örgütlerimiz. Hepinizi ayakta alkışlıyorum sayın aydın kesim!.

***

Bir Galatasaray’lı olarak dün Fenerbahçe - Bursaspor maçını gurula izledim. Yeni nesil oyuncularımız büyüklerine ve yöneticilerine tokat atar gibi oynadı. Sahadaki hiçbir yabancının adı geçmedi. Gençler kendilerine fırsat verilirse tecrübeyle beraber neler yapabileceklerini gösterdi. Benim şanlı takımım Galatasaray ise hala genç! Emre Çolak’ı oynatıyoruz diye kendi kendine avunsun. Yazık…

***

Ağaoğlu Davos’ta. Başbakan gitmiyor fakat yakın çevresi bizzat Davos’ta hazır bulunuyor. Ayrıca ünlü ve tarafsız diye nitelendirdiğimiz kanallardan birisi Ağaoğlu sponsorluğu ile sadece Ağaoğlunun konuşmasını yayınlıyor.

2 Ocak 2013 Çarşamba

Yeni yıl gelmiş. Herkes nedense yeni yılımı kutluyor.
Kutlayanlara tek tek teşekkür etmedim. Zaten edememde. Bir günün çok şeyi değiştirebileceğine inananlardan olmadım - olamadım.

Geçen yıl kutladınız ne oldu? İyi dileklerinizi de ilettiniz ne oldu?
Hiçbir şey değişmedi. Bu şekildeki emperyalist düzenin insanlara zorla dayattığı özel günler bana çok saçma geliyor. Bu sistemin belirli günlerinde ben aklınıza geleceksem hiç gelmeyim daha iyi. Bence asıl özel olan belirlenmemiş olan günlerde aklına gelip aramak hal hatır sormaktır önemli olan. Emin olun insanların o şekilde aramasıyla yüzümün gülümsemesi çok daha güzel oluyor ve bana mutluluk veriyor. Belirli özel günlerde aramak yerine düşündüğün  insanı düşündüğün o özel anda aramak çok daha anlamlı ve önemli geliyor bana.
Kutlayanlara hem kızıyorum hem kızmıyorum. Saçma bir düzenin içinde yaşarken o saçma düzenin belirlemiş olduğu eğlence zamanı resmen bu günler. Peki sonrasında ne oluyor? İnsan o eğlendiği geceyi özlemiyor mu? Bunun yüzünden depresyona girmiyor mu? Her gün ofis hayatına tıkıldığını bilmek insanı bunaltmıyor mu?

Abimle dün konuşurken yılbaşında ne yaptığını sordum. Arkadaşları ile geçirdiğini söyledi. Evde kendi aralarında güzel bir gece geçirmişler. Fakat aklına takılan bir şey vardı ve bunu hiç sorgulamamış sanırım. Sadece duruma sinir olmuş. Saat tam 00.00'da bütün televizyon kanalları reklama girmiş. Saçma bir şekilde merakla beklenen ve o dakika acaba televizyonda ne var diye televizyonu açan herkes beyinlerine aşılanan alışveriş mesajlarına kilitlenmek zorunda bırakılmış. İyi ki hiçbir şey izlememişim. En azından kendime faydalı bir iş yapıyordum o sırada. Zamanımı boşa tüketmediğime sevindim.

Ayrıca maddi açıdan bakılırsa, aklımızın belki de alamayacağı maddi meblağlar bütün dünyada gözümüzün önünden uçtu gitti. Kendilerini, kendi ürettikleri kağıt ya da madeni müsvetteler yüzünden zengin olarak adlandıran ülkeler yılbaşında harcadıkları parayı dünya barışı veya açlık sefalet çeken ülkelerdeki insanlar için harcasaydı sizce dünyadaki bütün insanların her sene dilediği o dünya barışı dileği gerçekleşir miydi?

Küçük bilgilendirme:
Saçma fotoğrafım belki biraz ilgi çeker diye koydum. Fotoğraf 2012 yılının yanlış hatırlamıyorsam Nisan ya da Mayıs ayında çekilmiştir. Umarım biraz olsun içimi sizlere dökebilmişimdir.

16 Aralık 2012 Pazar

Tekrardan Merhaba :)

Sanırım bir yıldan uzun bir süredir yazmıyorum. Bugünden itibaren elim geldiğince bu ihmalimi gidermeye çalışacağım. Takipçimin fazla olmadığını biliyorum derdim sadece yazarak içimdekiler dökmek. Hayata dair ani tepkilerimi dile getirmek olacak. Bugün Galatasaray'ımın galibiyetinin keyfini sürmek istiyorum yalnız biraz belim ağrıyor onun için yatıp dinleneceğim. En kısa sürede yeni yazımla görüşmek üzere :)